Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Corona Virüs Salgını Döneminde Hekimlerin Yasal Sorumlulukları

0

Halk Sağlığı ve Adli Tıp Uzmanı Dr. Nezih Varol @sahumer_saglik_hukuku_merkezi Salgın hastalıklarla mücadelede hekimlerin sorumlulukları ve hakları (özlük hakları, mali haklar, hizmet verme hakları, eğitime katılma hakları, şiddete karşı korunma hakları), Sağlık Bakanlığı kararlari, İl Hıfzısıhha kararları, filyasyon çalismalari ile ilgili merak ettiginiz konulara ışık tutacak.

Aromaterapiye Giriş Eğitimi – Herbafarm

0
Aromaterapiye Giriş Eğitimi
Aromaterapiye Giriş Eğitimi

Aromaterapi, bitkilerin yaprağı, çiçeği, kökü, tohumu gibi çeşitli bölümlerinden elde edilen uçucu yağlar ile fiziksel, duygusal ve zihinsel iyileşmeyi sağlayan tamamlayıcı bir tedavi yöntemidir.

Merkezi ABD’nde bulunan NAHA (The National Association for Holistic Aromatherapy); Aromaterapi Eğitimi’ne dünya çapında standart getirmeyi amaç edinmiş, binlerce üyesi olan bir dernektir. HerbaFarm Akademi, NAHA Sertifikalı Aromaterapi Eğitimi vermeye yetkili okuldur.

Kimler Katılabilir: Doğanın iyileştirici gücünden faydalanmak isteyen herkesin katılımına açıktır. Temel eğitim şartı aranmamaktadır.

Eğitim Nasıl Gerçekleşecek: Eğitim programına uygun olarak eğitmenlerimiz bilgisayar karşısında sizlere canlı olarak derslerini anlatacaklar. Yayına e-mailinize göndereceğimiz link üzerinden bağlanacaksınız. Herkes tek tek görüntülü bağlanarak sınıf ortamındaki gibi sırayla kendini tanıtma fırsatı da bulacak.

Canlı yayında ekranınızda bir yandan slaytları görecek, bir yandan da hocamızı canlı olarak izleyebileceksiniz. Aynı zamanda chat bölümünden de sorularınızı yazabileceksiniz. Her bölümün sonunda hocalarımız sorularınıza yine canlı olarak cevap verecek.

Eğitim Programı

Meltem Kurtsan

Fitoterapi nedir?
Aromaterapi nedir?
Uçucu yağ nedir?
Uçucu yağlar ne amaçla kullanılır?
Uçucu yağları ne oranda kullanmalıyız?
Uçucu yağ elde etme yöntemleri
Uçucu yağlarda güvenlik
Hidrosol-Hidrolat
Sabit yağ ve diğer bazlar
Antiviral özellikteki uçucu yağlar
Aromaterapi uygulama yöntemleri
Uygulama: Antiviral koklama tuzu üretimi

Kıvılcım Kayabalı

Beynimiz ve kokunun etkisi
Olfaktör sistem
Limbik sistem
HPA Aksı
Koku yolları
Beyinde duysal reseptörlerin dağılımı
Koku duyusu bozuklukları
Aromaterapi ve cilt

Eğitim Kayıt Ücreti: 285 TL (KDV dahil)

Önemli Not: Aromaterapiye Giriş Eğitimi’ni alan katılımcılarımız daha sonra NAHA Sertifikalı Level 1 Aromaterapist Eğitimi’ne devam etmek istedikleri takdirde Aromaterapi Giriş Eğitimi ücreti, NAHA Sertifikalı Level 1 Aromaterapist Eğitimi ücretinden düşülecektir.

İlham Vermek Mi? Güldürmek mi?

0

İlham Veren Konuşmaların cazibesi, eğlendirmeye çalışan konuşmaların iticiliği

Özelikle kurumsal etkinliklerde izleyiciler belirli bir konu hakkında bilgi edinmek, ilham almak amacıyla bir araya gelmişlerse sahnedeki konuşmacının bir stand-up gösterisi yapma çabası çoğunlukla iticidir. Bir konuşmayı izlerken aradığımız en güçlü deneyimlerden biri kesinlikle ilhamdır. İlham veren konuşmacının deneyimi ve sözleri sizi etkiler, genişleyen bir olasılıklar ve heyecan hissiyle doldurur. İlham aşk gibidir. Doğrudan peşine düşüp elde edemezsiniz. Onu hak etmeniz, bunun içinde çok çalışmanız gerekir. Kestirmeden giderek insanları karizmanızla ve eğlendirerek kazanmaya çalışırsanız ancak birkaç kez başarılı olursunuz. Konuşmanın sonunda sizi ayakta alkışlasalar bile sonradan manipüle edilmiş olduklarını hissederler.

Unutulmaması gereken bir nokta mizah yetenek gerektiren bir sanattır ve herkes beceremez. Her ne kadar güldürmek izleyicilerle bağ kurmak için iyi bir araç olsa da başarısız ve abartılmış mizah hiç olmamasından daha kötüdür. Unutmayın tamamen şekilden, boş konuşmalardan ve çok az fikirden oluşan sunumlar izleyicilerin konuşmacıya sunduğu çok değerli zamanın ve dikkatin boşa harcanmasına neden olur.

İlham sahnede icra edilemez. İlham samimiyet, cesaret ve özverili çalışma ve hakiki bilgeliğe seyircinin verdiği tepkidir.

Ref; Chris J. Anderson, Ted Talks, The Official Ted Guideline to Public Speaking

Nörobilim Temelli Mindfulness Modül 1

0

Tarih:  7 Mart 2020 Saat: 09:00-17:00

Yer:  Workinton Levent 199

Dikkat ve hafızanızı güçlendirmek istiyor musunuz?
Ana odaklanmak, dürtülerinizi ve duygularınızı yönetmek, yaratıcılığınızı geliştirmek, güçlü iletişim kurabilme yeteneği kazanmak istiyor musunuz?
Stresinizle başa çıkabilmek için basit teknikler öğrenseydiniz nasıl olurdu?

Günümüzün yoğun temposu ve sürekli bir şeylere yetişme telaşı içinde geçen hayat, zihinleri de etkiliyor. Yorgun ve odaklanmakta zorluk çeken zihinlerde huzurlu anlar giderek azalıyor. Zihnimiz gitgide daha fazla dış etkenlere açık hale geliyor. Mindfulness ile sakin bir şekilde olan bitenle aramızı açabilir, bizim için önemli olana odaklanabilir, daha enerjik ve dengeli hissedebilir, doğru kararlar alabiliriz.

Katılımcılar bu eğitim programında beynimizin çalışma prensipleri, stresin beynimiz ve bilişsel fonksiyonlar üzerindeki olumsuz etkisini görecek, faydasız duygu ve düşünce kalıplarının hayatımızı nasıl olumsuz etkilediği konusunda farkındalık yaşayacak ve yararları bilimsel olarak kanıtlanmış Mindfulness yetkinliğinin geliştirilmesi için gerekli bilgi ve düzenli uygulanacak egzersizleri öğrenecekler. Dikkat ve hafızayı güçlendirmek, stres yönetimi, yargılamadan ana odaklanmak, dürtülerimizi ve duygularımızı yönetmek, yaratıcılığı geliştirmek, güçlü iletişim kurabilme yeteneği kazanmak, programın temel içeriğini oluşturuyor.

Eğitimin İçeriği:

Evrendeki en gizemli yapı; Beynimiz

Nöroplastisite nedir? Neden önemli?

Bilinçli Farkındalık nedir? (Yargılamadan, merakla, ilk defa görüyormuş gibi, kabullenerek yaklaşım, özdeşleşmeden mesafe koyma)

Neden bilinçli farkındalığa ihtiyacımız var?

Bilinçli Farkındalığın faydaları: Bilim ne diyor?

Mindfulness sırasında beyin

Kendimizi yönetmek için nereden başlayalım?

Dikkat ve bilinç geliştirilebilir özelliklerdir

Kişiye özel Mindfulness programı

Bilinçli Farkındalık Ölçeği (Envanter)

Farkındalık molası ile âna odaklan: Nefes Al – İzle – Ayrış

Beden/Duygu/Düşünce farkındalığı

Nefes ve beden farkındalığı (Farkındalık egzersizi)

Evrendeki en gizemli yapı; Beynimiz

Nöroplastisite nedir? Neden önemli?

Bilinçli Farkındalık nedir? (Yargılamadan, merakla, ilk defa görüyormuş gibi,
kabullenerek yaklaşım, özdeşleşmeden mesafe koyma)

Neden bilinçli farkındalığa ihtiyacımız var?

Bilinçli Farkındalığın faydaları: Bilim ne diyor?

Mindfulness sırasında beyin

Kendimizi yönetmek için nereden başlayalım?

Dikkat ve bilinç geliştirilebilir özelliklerdir

Kişiye özel Mindfulness programı

Bilinçli Farkındalık Ölçeği (Envanter)

Farkındalık molası ile âna odaklan: Nefes Al – İzle – Ayrış

Beden/Duygu/Düşünce farkındalığı

Nefes ve beden farkındalığı (Farkındalık egzersizi)

Nefes ve beden farkındalığı (Farkındalık egzersizi)

Eğitmenler

AYŞIN BERKMAN

MBSR Training kurucusu olan Ayşın Berkman, kurumların ve çalışanların verimliliğini artırmaya yönelikFarkındalık (Mindfulness) temelli eğitimler vermektedir.

Verdiği eğitimler sinirbilim(neuroscience), pozitif psikoloji ve bilişsel bilim (cognitivescience) araştırmalarının bir bileşimidir. Eğitimlerinde beyinde dönüşüm yaratan yaşayarak öğrenme tarzı hâkimdir.

“Massachusetts University Medical School, Center for Mindfulness”’da Prof. Jon Kabat-Zinn’in “Mindfulness-Based Stress Reduction” eğitmenlik eğitimlerine katıldı. Yine CFM bünyesinde, Gregory Kramer ve Florence Meleo-Mayer tarafından verilen “Interpersonal Mindfulness” eğitimine katıldı. Bilgi Üniversitesi, Yönetici Geliştirme Merkezi’nde eğitimler vermektedir. MESS Eğitim Vakfı’nda düzenli İş Yerinde Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) eğitimleri vermektedir. Kurumların potansiyellerini ortaya çıkarmaya odaklanmış “The Potential Project” firmasının Türkiye temsilcisi ve kıdemli eğitmenidir. United Özel Eğitim ve Danışmanlık şirketinde Eğitim ve Performans Geliştirme Danışmanı olarak satış, motivasyonel psikoloji ve kişisel gelişim projelerinde yer almıştır. 2009 yılından bu yana katıldığı Vipassana meditasyonu (S.N Goenka) inzivalarını ve Mindfulness pratiğini sürdürmekte ve hatha yoga yapmaktadır. Yurtdışındaki Mindfulness etkinliklerine katılmaktadır.

Interbank’ta operasyon bölümünde ve IBM‘de satış ve pazarlama konularında çalışmıştır.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü(Şeref listesi)(1986) ve TED Ankara Koleji mezunudur(1982)

DR. KIVILCIM KAYABALI

Dr. Kıvılcım Kayabalı, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. İlaç sektöründe farklı pozisyonlarda görev aldı. 1999 yılında ilaç  ve sağlık sektörüne danışmanlık ve eğitim hizmetleri veren PTMS (Pharma Tailor Made Services) firmasını kurdu. PTMS, hekimlere, ilaç sektörüne ve eczacılara yönelik çok sayıda konferans, eğitim programı, dijital proje ve kampanya gerçekleştirdi, ‘Pharma mini-MBA, Değişim Zirvesi, Digital Health Summit’ gibi projeleri hayata geçirdi. PTMS, 2012 yılından itibaren nöromarketing üzerine eğitimler vermektedir. Neuroacademy İstanbul’un kurucusudur. Dr. Kıvılcım Kayabalı Nöromarketing Business and Science Association’un üyesidir, üniversitelerde ve uluslararası konferanslarda bu konuda konuşmacı olarak katkı sunmaktadır. Uzmanlık dernekleri ve hastanelere yönelik birçok projede içerik oluşturmuş ve eğitimci olarak yer almıştır.

Katılımcılar bu eğitim programında beynimizin çalışma prensipleri, stresin beynimiz ve bilişsel fonksiyonlar üzerindeki olumsuz etkisini görecek,  faydasız duygu ve düşünce kalıplarının hayatımızı nasıl olumsuz etkilediği konusunda farkındalık yaşayacak ve yararları bilimsel olarak kanıtlanmış Mindfulness yetkinliğinin geliştirilmesi için gerekli bilgi ve düzenli uygulanacak egzersizleri öğrenecekler. Dikkat ve hafızayi güçlendirmek, stres yönetimi, yargılamadan ana odaklanmak, dürtülerimizi ve duygularımızı yönetmek, yaratıcılığı geliştirmek, güçlü iletişim kurabilme yeteneği kazanmak, programın temel başlıklarını oluşturuyor.

İletişim:
Damla Çimen
dcimen@ptms.com.tr
+90 (533) 209 10 79

Romantik Aşkın Ardındaki Nörobilim

0

Aşk bir ilüzyon mu? Hormonlarımızın bize oynadığı bir oyun mu? Yoksa yaşamın en öğretici, en ilahi deneyimi mi?

İnsanoğlunu etkileyen bu en derin duygunun yüzyıllardır tanımı yapılmaya çalışılıyor. Romantik aşkın tanımı, “çiftleşme enerjimizin belirli bir kişide yoğunlaşmasını sağlayan ve aktive eden bir içgüdü” şeklinde olmakla beraber nörobilim araştırmaları “aşk devreye girince, akıl devreden çıkıyor” diyor.

Şaşırdınız mı?

Eğer hayatınızda en az bir kere aşık olduysanız, pek de şaşırmış olamazsınız.

Zihnimizde olup bitenlerin neredeyse tümü bilincimiz dışında gerçekleşiyor. Yani, aslında bizi yöneten beynimizin en derinlerine yerleşmiş, biyolojik olarak yararlı bir amaca hizmet eden iç güdülerimiz.

Aşık olan insanların beyin taramalarında ortak bir nokta bulunuyor. Aşk, beynin derinlerinde, yani rasyonel kararlarla ilgili beyin bölgesinin çok uzağında ilkel beyinde bulunan Ventral Tegmental Alan (VTA) adı verilen bir bölgeyi etkiliyor. Bu bölge aynı zamanda beynimizin ödül, motivasyon ve şiddetli arzu gibi dürtülerini yöneten ve dopamin üreten bir merkez.

Dopamin, sevdiğimiz ve zevk aldığımız şeyleri yaptığımızda artan bir nörotransmitter.  Aşık olduğumuzda artan dopamin düzeyleri ile birlikte bağımlılık, yüksek enerji, uykusuzluk, iştahsızlık, çok fazla arzu duymak, neşe, mutluluk hissi gibi durumlar ortaya çıkıyor. Öyle ki, MR taramalarında aşık insanlarda madde bağımlıları ile aynı beyin bölgesinin aktive olduğunu görüyoruz.

“Aşkın gelişi,
aklın gidişidir.”

Antoine Bret

Aşık olan bir insan karşısındaki ile ilgili rasyonel kararlar yürütemiyor,  saplantılı oluyor ve sürekli olarak aşık olduğu insanı düşünüyor. Tanıdık geldi mi? Tam anlamıyla aklını kaybetme durumu!

Aşık insanların beyinleri üzerinde yapılan görüntüleme çalışmalarında beynin ön (frontal) bölümünde yer alan akıl yürütme, planlama ve eleştirel düşünme gibi rasyonel fonksiyonlardan sorumlu bölgelerin aktivitesinde azalma görünüyor. Böylece aşık bir insan özellikle sevdiği kimse ile ilgili akılcı düşünemiyor, kusurlarını görmüyor, iyi yönlerini çok fazla abartıyor.

Aşık olduklarımız tarafından terk edildiğimizde neler oluyor ?

Aşık oldukları insan tarafından terkedilenlerin de beyin dalgalarını inceleyen nörobilimciler, aşk acısı çektiğimizde beyindeki motivasyon, arzu ve konsantrasyonu yönlendiren ödül sisteminin, daha da aktifleşip, saplantılı arzuya dönüştüğünü ortaya koyuyor! İlginç bir nokta; aşıkken olduğu gibi aşk acısı çektiğimiz dönemde de yaratıcılığımız artıyor. Romantik aşk ile ortaya çıkan bağımlılık herşey yolundayken harika bir his yaratırken ayrılık durumunda korkunç bir duyguya dönüşebiliyor.

“Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki, eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz.” Ahmet Hamdi Tanpınar

Aşık beyinlerle ilgili çalışmalar yürüten Helen Fisher romantik aşkın bağımlılık yapan madde gibi  kabul edilmesini savunuyor. Fisher’e göre bu bağımlılık 3 temel özelliğe sahip; tahammül, geri çekilme ve nüks etme.

Aşık insanlarda nucleus accumbens adı verilen başka bir beyin bölgesi daha aktifleşiyor. Kazanç ve kayıplarımızı hesaplarken etkinleşen nucleus accumbens aynı zamanda büyük riskler almaya karar verdiğimizde de aktive oluyor. Aşık olduğumuzda kendimizi yaşamımızda herşeyi terkedebilecek kadar güçlü hissetmemizin en önemli nedeni işte bu. Bir diğer neden ise aşık olduğumuzda beyinde korku, öfke gibi şiddetli duyguların hafızalarını depolayan ve bu duygularla bağlantılı davranış kalıplarını yöneten amigdala adlı bölgenin aktivitesinin azalması. Özellikle korku duygusunun azalması kişinin normalde girmeyeceği risklere girmesine neden oluyor.

Aşık olduğumuz insanla hayatımızı sonsuza kadar geçirmek istediğimiz dönemlerde beynimizde oksitosin hormonu artıyor.  Çiftler arasındaki yakın temas ile yükselen oksitosin düzeyleri gerginlik, stres ve depresyonun azalmasına neden oluyor. Romantik yakınlaşmalar, sarılma ve öpüşme oksitosin düzeylerini artırdığından, sevdiklerimize aramızda derin bir bağ oluşturmamıza da etki ediyor. Oksitosin kadınlarda doğumdan hemen sonra salgılanan bir hormon. Fakat, yakın zamana kadar erkeklerdeki işlevi bilinmiyordu. Şimdi biliyoruz!

Oksitosin düzeyi yüksek olan erkekler daha uzun süreli ilişkiler yürütebilirken,  eşlerini de daha çekici buluyorlar. Oksitosin etkisiyle hem kadın, hem de erkeklerde yakınlaşma ortaya çıktığında karşı tarafın yüzü diğerine çok daha fazla anlam ifade etmeye başlıyor. Kişinin sevdiği insanın resmini görmesi bile oksitosin düzeylerinde artışa neden oluyor. Bu duygusal cevaplar, ilişkide etkileşimi, çekiciliği ve monogamiyi artırıyor. Kısaca, yerinizde olsam, sevdiklerinize ve özellikle de sevgilinize daha çok sarılmayı denerim.

Aşk hormonu veya bağlılık hormonu olarak tanımladığımız oksitosini nöro-ekonomist Paul Zak  “ahlak molekülü” olarak adlandırıyor. Paul Zac oksitosin hormonunun dengeli bir toplumun oluşmasında etkili olan güven, empati ve diğer duyarlılıklara neden olduğunu ortaya koyan çalışmalar yaptı. Bazı insanların daha yardımsever, bazı eşlerin daha sadık ve kadınların erkeklere göre daha yumuşak olmasının nedeni olarak oksitosin düzeylerini gösterebiliriz.

Bir diğer hormon, vücuttaki temel işlevi su tutulumunu düzenlemek olan vazopressin aynı zamanda sadakat hormonu olarak ta biliniyor. Sadakat problemi yaşayan veya hiç evlenmemiş erkeklerde vazopressin hormon seviyesinin düşük olduğu görülürken, tek eşli olmayı seçen ve bu konuda herhangi bir problem yaşamayan erkeklerin vazopressin düzeylerinin yüksek olduğu görülüyor.

Mutluluk hormonu olarak adlandırılan serotoninin ise bilinenin aksine romantik aşkın ilk dönemlerinde düzeyleri azalıyor.  Bu azalma stres hormonu kortizoldeki artış ile birlikte ortaya çıkıyor. Serotoninin düşük düzeylerde olması ile obsesif kompulsif bozukluktakine benzer belirtiler görülüyor.  Aşkın obsesyon olarak nitelendirilmesinin bir nedeni de bu değişiklikler. Saplantılı, rahatsız edici düşünceler, tutku, iştahsızlık, beklentiler kısacası karasevda veya vurulma.

“Ah benim sevdasında bencil; ama yüreğinde sağlam sevdiğim.
Aklıma gelişini seveyim: ne güzel darmaduman ediyorsun beni.”
Nazım Hikmet

İlk Görüşte Aşk

Peki, ilk görüşte aşk var mı?

Nörobilim çalışmaları, belirli beyin bölgelerinin ilk karşılaşma anında aktive olmasıyla saniyeler içerisinde karşımızdaki kişiden etkilenebildiğimizi söylüyor. Böyle bir durumda adrenalin, okitosin, östrojen, testesteron, dopamin hep birlikte devreye giriyor. Kalp hızımız ve damarlardaki kan akışı artıyor. Yani birçoklarının tanımladığı gibi insan tam olarak kendini çarpılmış hissediyor.

Aşkın bir ömrü var mı?

Yakın zamanda evrimsel psikoloji uzmanları birbirine aşık olan iki insanın üç yıla kadar varan bir süre boyunca heyecan ve çoşkunun zirvede olduğu bir dönem yaşadıklarını saptadı. Bu dönem boyunca vücut ve beyindeki sinyaller bir aşk iksiri olarak görev yapıyor. Daha sonra iniş başlıyor. Evrimsel bakış açısı bir çocuk yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan sonra (ortalama 4 yıl) seçtiğimiz eşe ilginin azalmasına göre programlandığımızı kabul ediyor.

Psikolog Helen Fisher’a göre vucutta üretilen ‘aşk iksirleri’ erkek ile kadını yavruların sağ kalma olasılığını yükseltmeye yetecek kadar birarada tutmaya yarayan evrimsel mekanizmanın parçası olmaktan başka birşey değil. Ancak 25 yıl sonra bile birbirine aşık olduklarını belirten çiftlerin beyin MR çalışmalarında beyinde aşkla ilgili bölgelerin hala aktif olduğu görülebiliyor. Yani üç veya dört yıllık süre her zaman ve herkes için geçerli değil.

Kuşkusuz romantik aşk insanın sahip olduğu en güçlü ve en gizemli deneyim. Ve belki de asıl sorulması gereken soru neden başka biri değil de o kişiye aşık olduğumuzdur. Bu güçlü çekimin ardındaki gizemi çözmek ise nörobilimin ilgi alanlarından biri olmaya devam ediyor.

“Aşk bazen gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır.
Sevmeyenin aklı, gerçekten sevenin kalbi kazanır bu savaşı.”

Nazım Hikmet

Kaynaklar

http://neuro.hms.harvard.edu/harvard-mahoney-neuroscience-institute/brain-newsletter/and-brain-series/love-and-brain

David M. Eagleman, Incognito, 2011

Basında

Bu yazı Herkese Bilim Teknoloji Dergisi – 16 Şubat 2018 sayısı’nda da yayınlanmıştır

Öğrenme ve Dopamin

0

Beynimiz evrendeki en kompleks ve en gizemli yapı.

Bizler görünmez bir elektriksel ve kimyasal akış içerisinde hayatı algılıyoruz. Kendi zihin evrenimiz içinde varız ve kendi zihin evrenimiz tüm hayatımızı belirliyor.  

Beynimizdeki 86 milyar nöron birbirleri ile sayısız sinaps (bağlantı) kombinasyonları oluşturma yeteneğine sahip. Tek bir nöron, komşu nöronlarla yaklaşık olarak 10.000 değişik bağlantı kurabiliyor. Beynimizdeki sinaps sayısı sabit değil, değişken ve dinamik yani beyin duruma ve ihtiyaca göre yeni sinapslar oluşturur, mevcut sinapsları devre dışı bırakabilir veya mevcut sinapsların aktivitesinde değişiklikler oluşturabilir. Duyguların oluşması, yorumlanması, kararlar alınması, duygu ve düşüncelerin davranışlara yansıması, zihin, zekâ kısaca beyin kökenli tüm işlevler sağlıklı sinapslar ve nöronların birbiri ile iletişim kurması ile mümkündür. İki nöronun birbiri ile iletişimi için elektriksel uyarı ve sinaptik aralığa uygun bir nörokimyasalın salınması gerekir. Nörokimyasallar asetil kolin, serotonin, dopamin, oksitosin, adrenalin gibi iletici moleküllerdir. Bu kimyasal reaksiyonlar ile deneyimlerimizi kaydederiz. Ve deneyim tekrarlandıkça sinaptik bağlantı güçlenir.    

Beynimiz ve beyin hücreleri arasındaki bağlantılar, nöronlarımızın ateşlenme hızı, kim olduğumuzu ve olaylara yüklediğimiz anlamları belirliyor. Beyin düşünceleri, düşünceler beyni şekillendiriyor. Beynimiz çevremizde gördüğümüz dünyayı sadece tanımlamıyor, onu yaratıyor. Beyin kimyasında ortaya çıkan en küçük değişiklikler bile kişiliğimizde, davranışlarımızda büyük değişimlere neden olabiliyor. Beynimiz sürekli değişebilen bir yapıdadır. Bu duruma ‘nöroplastisite’ adını veriyoruz. Deneyimler, alışkanlıklarımız, düşünce kalıpları beynimizi şekillendiriyor. Bu değişim ile çevresel değişimlere uyum sağlayabiliyoruz. Plastisite biz yaşlandıkça azalıyor ama hiçbir zaman bitmiyor. Nöronlarımız her zaman yeni bağlantılar oluşturabiliyor ve yeni sinir hücreleri yapıyor. Kullanmadığımız bağlantıları kaybediyoruz, kullandıklarımız ise güçleniyor.

Nöroplastisiteyi artıran faktörlerden en önemlisi ise ‘öğrenme’.

John Medina, bizlerin bilmeye ve öğrenmeye karşı engel olunamaz bir gereksinimi olan doğal kaşifler olduğumuzu söyler. Medina‘ya göre, yetişkinliğe erdiğimizde “bilgiye susuzluğumuz“ geçmez.

İnsanlar yeni ve heyecanlı bir şey öğrenince de dopamin salgılanır, dopamin salgılandığı zaman daha iyi hissederler. Yeni şeyler öğrenmek bir maceradır, ödüllendiricidir ve beyinde o yeni bilgiyi saklamamız için dopamin seviyesi artar. Dopamin beyindeki ‘kaydet’ tuşu olarak adlandırılabilir. Bir etkinlik, deneyim ya da eğitim sırasında dopamin mevcut olduğunda onu daha net hatırlarız.

Dopamini artırmanın ve katılımcıların daha iyi öğrenmesini sağlamanın yolu ise daha çok duyguya hitap etmektir. Bilgiyi yeni ve heyecan verici kıldığımızda, zengin, uyarıcı deneyimlerle donattığımızda daha çok akılda kalıcı olur. Bu nedenle düz anlatım değil, hikayeleştirme, oyunlaştırma, görsellik öğrenme sürecinde çok önemlidir.

Dopamin bağımlılık yaratabilir; eğitmenler olarak amacımız, öğrencilerimizin öğrenmeye bağımlı olmasını sağlamaktır.

Nöromarketing Workshop

0

29 Haziran 2018 Asmalı Mescit – Adahan Otel

Detaylı Bilgi ve kayıt için:
Damla Çimen: dcimen@ptms.com.tr
Telefon: 0533 209 10 79

Beyin Hikayeleri Sever

0

Hepimiz masallarla büyüdük, iyiyi, kötüyü, doğruyu yanlışı masallardan öğrendik. Büyüklerimizin anlattığı hikayeler hep ilgi çekici geldi, hiç bitmesin istedik. Sonra kitaplar en iyi dostumuz oldu. Ve filmler zamanla hayatımızın bir parçası haline geldi. Sinemayı sevdik, tiyatro oyunlarından etkilendik.

Kişisel hikayelerimiz, başkaları hakkında konuştuklarımız ve hatta dedikodu, iletişimimizin büyük kısmını oluşturuyor. Bir hikaye dinlediğimiz zaman onu hızla geçmişteki deneyimlerle ilişkilendiriyoruz. Dinlediğimiz hikayeler kendimizi daha iyi anlamamızı sağlıyor, başkalarının hikayeleri bize en derindeki varlığımızı tanımada yardımcı oluyor. Hikayeler insanları bir araya getiriyor, onların birbirleri için empati duymalarını ve ilişkilerini geliştirmelerini sağlıyor.

Çalışanlarımızla duygusal bağlar kurmak, onlara ilham vermek, motive olmalarını sağlamak için hikayelerin gücünden yararlanabilir miyiz?

Bu aslında hiç zor değil. Ancak hikaye anlatırken bilmemiz gereken önemli bir nokta; duygulara hitap eden hikayeler, rasyonel ve veri içerikli mesajlara kıyasla beynin daha fazla sayıda bölgesini etkiliyor.

Öncelikle beynimizin bilgileri nasıl işlediğini hatırlamakta fayda var.

Bize bir bilgi sunulduğunda, beynimizde iki temel bölge harekete geçiyor. Bunlar Wernicke ve Broca alanları.

brocaGünümüzün kurumsal mesajlarını dinlemek veya okumak ise beyinin bu bölgeleri için zorlayıcıdır. Örneğin:

Halkın hizmetine sunulmuş olan çok fazla sayıda ürünümüz, birçok coğrafi bölgede sağlık alanındaki misyonumuzu sürdürmek üzere, kurum stratejilerimize bağlı kalarak kapsamlı ve geniş bir şekilde ilgili paydaşlara tanıtılmakta, elde ettiğimiz sonuçlar siz değerli çalışanlarımızla düzenli aralıklarla paylaşılmaktadır.

Beynimiz bu tip soyut anlatımlarla karşılaşınca sıkılıyor, yoruluyor ve aldığı bilgiyi etkili bir şekilde işleyemiyor. Ne yazık ki iş dünyası bunun gibi kurumsal mesajları çok seviyor. Kurumların çalışanlarına verdikleri mesajlarda genellikle mantık, bilgiler, veriler, oranlar, uzun cümleler ve kurumsal dil baskındır.

Ancak nörobilim alanındaki son çalışmalar, “mantıklı” kararlar aldığımıza inandığımızda bile, aslında bilinçaltının etkisinde olduğumuzu ve duygularımızla karar verdiğimizi gösteriyor. Bu durumda, yani kararlarımızın çoğunun ardındaki neden mantığımızdan çok duygularımızsa, hikayeler, özellikle duygulara hitap eden hikayeler, bilginin paylaşılması, insanların bir nedenle ilişki kurması, empati yaratmak, motive etmek için en etkili araçlardır.

Hikaye Anlatma Gücünün Ardındaki Bilimsel Gerçek

Beyniniz kurguyu nasıl işler?

Şimdi de bunu okuduğumuzda neler olduğuna bakalım:

Bu ay mesaiye kaldığı dördüncü geceydi, saat dokuz buçukta cep telefonu çaldı. O sırada ayaklarını masanın üzerine uzatmış günün yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyordu. Ayaklarının uyuşmakta olduğunu hissetti. Karşı masadaki arkadaşının biraz önce yediği lahmacunun kokusu tüm odayı kaplamıştı. Telefon yaklaşık beş defa çaldıktan sonra doğruldu ve bilgisayarının yanında duran telefonu açtı. Arayan oğluydu. ‘Anne ne zaman geleceksin?’ diye sordu çocuk. Bir anda içini o alışılmış duygu, vicdan azabı kapladı. Ne zaman gidecekti.”

Bunu okurken beynimizin hangi bölgeleri mi çalıştı? Neredeyse bütün beyin bölgeleri. Motor korteks (doğrulma ve telefonu açma), duyusal korteks ve serebellum (ayakların uzatılması, uyuşma), olfaktör korteks ( kokular), görsel  korteks (renk ve şekiller), işitsel korteks (telefonun çalması), limbik sistem, insula (duygular).

Veriler ve rakamlar beynin küçük bir alanını uyarırken, hikayeler ise renkli, zengin, üç boyutlu görüntüler ve duygusal yanıtlar oluşturacak şekilde beynin birlikte aktive olan birçok bölgesini çalıştırır. Princeton profesöru Uri Hasson’a göre hikaye beyin bölgelerinin tümünü çalıştırmanın tek yoludur. Dinleyici böylelikle hikayeyi kendi deneyimleri ve düşünceleriyle birleştirerek içselleştirir. Hikayeyi okuduğumuz veya dinlediğimiz sırada, kısa bir süre için, hikayede geçenlerin aslında bizim başımızdan geçtiği hissine kapılırız. Her bir duyusal görüntü, ses, doku, renk, his ve duygu hikaye bizi içine çektikçe beynimizde birer tutunma noktası oluşturur ve biz özel bir çaba harcamadan dikkatimizi korumaya devam ederiz.

İyi bir hikayenin gücü, budur !

29tb-podcast-master675

Hikayelerin etkileyici gücünü uzun süredir bilmemize rağmen birçok kurum, çalışanlarıyla iletişim kurmak için “sadece bilgilendirici” olan ölü, soyut dili kullanmaya, ama bir yandan da çalışanlarıyla duygusal bağ kurmak istediklerini söylemeye devam ediyor. Kolayca anlaşılan, çaba göstermeden hatırlanabilen ikna edici mesajlar oluşturmak isteyen herkesin hikayelerin beynin tüm bölümlerini uyarmak için başlangıç noktası olduğunu ve duygulara hitap eden dilin ise yolun devamını oluşturduğunu bilmesi önemli.

Dinleyicilerinizi ikna etmek istediğinizde hikayeleri ve metaforları kullanmamızın bir başka önemli nedeni de insanların gerçeklere dayalı bilgiyi işlemekte zorlanmaya eğilimi olmasıdır. Dayanak noktası olarak istatistiklerin, yüzdelerin ve bilgilerin verildiği bir sunum dinlediniz mi? Bu bilgiler verilirken, beyin analitik moda geçer ve kısa süre sonra “kim demiş,” “veriler ne kadar geçerli”  ya da “bunun karşıt savı nedir?” gibi sorular sormaya başlarız. Çok fazla bilgi, diğerlerini ikna etmek istediğiniz durumlarda ters etki yaratabilir.

Dinleyicilerin gerçek veriler ve argümanların kullanıldığı reklamlara kıyasla, hikaye şeklinde aktarılan verilere daha olumlu tepkiler verdiğini gösteren çok sayıda çalışma yapıldı. Mesajınızda ikna edici gerçekleri, verileri, rakamları tabii ki kullanın ancak bunları gerçek yaşamla bağdaştırmak ve dinleyicilerin zihninde tutunma noktaları oluşturmak üzere hikayelerle destekleyin.

Hikayeniz ne kadar basit ise o kadar etkileyici ve akılda kalıcı olur.

Kelimelerle resim yapmak

 Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabında roman yazmayı kelimelerle resim yapmaya benzetir. Yazara göre romanlar dünyanın bir yansıması olmasının yanı sıra kokuları, sesleri, tatları ve dokunma duyusunu başka hiçbir edebi biçimin yapamadığı zenginlikte tasvir eder. Romanlar birbiriyle çelişen düşüncelere huzursuzluk duymadan aynı anda inanmamızı, herkesi aynı anda anlamamızı sağlayan özel yapılardır. Orhan Pamuk romanın rüyaya benzeyen büyülü etkisini şöyle tarif eder:

Roman okurken de, tıpkı rüya gördüğümüzdeki gibi, karşılaştığımız şeylerin harikuladeliği bazen bizi öylesine çarpar ki, nerede olduğumuzu unutur; tanık olduğumuz hayali olayların içinde, kişilerin arasında sanırız kendimizi. Öyle zamanlarda, romanlarda karşılaştığımız ve keyfini çıkardığımız hayali dünyanın gerçek dünyadan daha gerçek olduğunu hissederiz. Bu ikinci hayatların bize gerçeklikten daha gerçek gelmesi, sık sık romanları gerçeğin yerine koymamıza, en azından onları hakiki hayatla karıştırmamıza yol açar. Ama bu yanılsama, bu saflık, şikayetçi olduğumuz bir şey değildir hiç. Tam tersi, tıpkı bazı rüyalarda olduğu gibi, okumakta olduğumuz romanın devam etmesini ve bu ikinci hayatın bizde tutarlı bir şekilde gerçeklik ve hakikilik duygusu uyandırarak sürüp gitmesini isteriz.

Yazara göre Tostoy’un ünlü romanının başında Anna Karenina’yı St. Petersburg treninde bir elinde roman, bir yanında da ruh halini yansıtan bir manzaraya bakan bir pencere arasında bırakması bir rastlantı değildir. Anna’nın elinde tuttuğu kitabın ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemeyiz ama Tostoy’un bizi içine sokmak istediği manzaraya girebilmek için Anna’nın elindeki kitaba değil, pencereden dışarı bakması gerekir. ‘Bu bakış sayesinde romanın içine girer kendimizi 1870’lerin Rusya’sında buluruz.’

anna-karenina-in-dolce-gabbana-fw-2013-baroque-collection-by-lucio-palmieri

Etkileyici, akılda kalan, motive edici ve dönüştürücü mesajlar mı vermek istiyorsunuz?

O zaman duyguların ve hikayelerin gücünü unutmayın. İş dünyasını bir tiyatro olarak düşünürsek bizim etkileyici hikayelerimizin teması güçlüklerle yüzleşmek, tehditleri savurmak, insanların hayatını değiştirecek hizmetler sunmak, keşifler yapmak olabilir.

Paylaştığınız duygu dolu hikayeler ile işinize hayat katarsınız.

 

Kaynaklar

 HSU, Jeremy, “The Secrets of Storytelling: Why We Love a Good Yard”, Scientific American Mind, 1 Ağustos 2008, http://www.scientificamerican.com/article/the-secrets-of-storytelling/.

“The science behind storytelling”, Melcrum, https://www.melcrum.com/research/strategy-planning-tactics/science-behind-storytelling.

WIDRICH, Leo, “The Science of Storytelling: What Listening to a Story Does to Our Brains”, Buffer Social, 29 Kasım 2012, https://blog.bufferapp.com/science-of-storytelling-why-telling-a-story-is-the-most-powerful-way-to-activate-our-brains.

ZAK, Paul, “How Stories Change the Brain”, Greater Good Berkeley, 17 Aralık 2013.

 

Basında

Bu yazı Sağlık ve İnsan Dergisi – Ağustos 2016 sayısı’nda da yayınlanmıştır.


 

Bu yazı Herkese Bilim Teknoloji Dergisi – 2 Aralık 2016 sayısı’nda da yayınlanmıştır.

Bizi Yöneten Anlık Kararlarımız mı?

0

Malcolm Gladwell, zihnimizin nasıl tepki verdiğini incelediği Blink (Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü)  adlı kitabında çok düşünmeden alınan kararların, detaylı düşünülmüş kararlar kadar iyi olabildiğini gösterirken, aynı zamanda içgüdülerimizin bize ihanet ettiği anları da sorguluyor.

Örneğin çok iyi bir oyuncu olduğumuzu ve satranç oyunu sırasında satranç tahtasına konsantre olduğunuzu düşünelim. Göremediğiniz bir şey var mı? Hayır. Peki kazanmanız garanti mi? Hiç de değil, çünkü karşınızdaki kişinin ne düşündüğünü göremezsiniz. Bu nedenle kararlarımız için söyleyebileceğimiz en doğru şey hiçbir kararın kesinliği olmayacağıdır.

Peki Hasta Doktor İletişiminde Durum Nasıl?

Hastaların hekimleri değerlendirmesindeki en önemli unsurlardan biri hekimin hastasıyla kurduğu iletişim tarzıdır. Hekimin etkili iletişim becerilerini kullanması, hastaların hekimi tercih etmelerinin en önemli nedenidir.

Doktorlara, yanlış tedavi yaptıkları durumlarda korunma paketleri satan bir sigorta şirketinde çalıştığınızı düşünün. Patronunuz, şirketin koruduğu doktorların arasında kimin dava edilme ihtimalinin en yüksek olduğunu saptamanızı istiyor. Ve yine, iki ihtimal var. İlki doktorum eğitimini, güvenilirliğini inceleyerek son yıllarda ne kadar hata yaptığını görmek için hastane kayıtlarına bakıp bir analiz yapmak. Diğeriyse doktorun bir hastasıyla arasında geçen konuşmanın bir kısmını gizlice dinlemek.

Artık ikinci seçeneğin daha iyi işlediğini söyleyeceğimi düşünüyorsunuz değil mi? Haklısınız ve sebebi de şu: İster inanın ister inanmayın, dava edilme riski doktorun ne kadar hata yaptığıyla ilgili bir şey değil. Bütün çalışmalar gösteriyor ki, çok başarılı ve becerikli doktorlar sıklıkla dava ediliyorken çok hata yapanlar hiç mahkemeye çıkmayabiliyor. Ayrıca doktorun hatasından dolayı zarar gören ama durumu mahkemeye götürmeyen hastaların sayısı epey fazla. Başka deyişle, hastalar kötü tedaviden yakındıkları için dolayı dava açmıyorlar. Sebep hem kötü tedaviye maruz kalmaları hem de  başlarına başka bir şeyin daha gelmesi.

O başka şey nedir peki? O şey doktorların hastalara nasıl davrandıklarıda  gizli. Yanlış tedavi davalarında  karşımıza sürekli çıkan durum hastaların hızlı karar vermek zorunda bırakılmaları, yeterince ilgi görmemeleri ya da kötu tedavi edilmeleriyle ilgili şikayetler. Önde gelen tibbi dava avukatlarından Alice Burkin’in söyledigine göre “insanlar sevdikleri doktorları dava etmiyorlar. Bu işi yıllardır yapıyorum ve hiçbir zaman bir müvekkilimin gelip  ‘doktorumu çok seviyorum ve bunu yaptığım için  kendimi kötü  hissediyorum ama ona dava açmak istiyorum” dediğine rastlamadım. İnsanlar gelip tedavileri sırasında görüştükleri bir uzman hakkında şikayetçi olmak istediklerini söylerler ve biz ‘aslında suç uzmanda değil asıl doktorunuzda’ dediğimizde,  ‘Onun ne yaptığı önemli değil. Onu çok seviyorum ve davayı ona değil, uzmana açmak istiyorum” diye cevap verirler.”

Burkin’e bir müvekkili gelip meme kanserini metastaz yapana kadar teşhis edemeyen dahiliye uzmanı hakkında şikayetçi olmak istediğini belirtmiş. Sorumluluğun büyük bir kısmı aslında radyoloji uzmanına aitmiş. Ancak müvekkil fikrinden dönmemiş. Dahiliye uzmanını dava etmekte kararlıymış. “ İlk buluşmamızda müvekkilim o doktordan nefret ettiğini çünkü kendisine hiç zaman ayırmadığını ve semptomları hakkında sorular sormadığını söylemişti,” diyor Burkin. Bana sanki karşısında bir insan yokmuş gibi davrandı,” diye eklemiş müvekkil… “Bir hasta kötü bir sonuçla karşılaştığında doktor durumu detaylı bir şekilde açıklamalı ve hastanın sorularını yanıtlamalı; yani karşısındakine insan muamelesi yapmalı. Haklarında dava açılan doktorlarsa bunu yapmayan doktorlar.” O zaman bir doktorun dava edilme riskini ölçmek için ne kadar iyi ameliyat yaptığını bilmek gerekli değil. Bilinmesi gereken şey doktorun hastasıyla kurduğu ilişki.

Unutulmaması gereken; ne söylediğinizden çok, nasıl söylediğiniz önemli.