Botox Empatiyi Azaltıyor mu?
Beynimizdeki nöral yapılar ve ağlar karşımızdaki kişilerin yüz ifadelerine bakarak onların duygularını anlamamıza yardımcı oluyor. Yaşamımızın her anında çevremizdeki insanların yüzlerini bu kadar hızlı ve otomatik bir şekilde nasıl okuduğumuzu daha iyi anlamak için David Eagleman bir grup insanı laboratuvarına davet ediyor. Araştırmada yüz ifadelerindeki küçük değişimleri ölçebilmek amacıyla, biri alına biri de yanağa olmak üzere, katılımcıların yüzlerine iki elektrot yerleştiriliyor ve ardından katılımcılardan farklı yüz fotoğraflarına bakmaları isteniyor.
Katılımcılar, gülümseyen veya asık yüzlü bir kişinin fotoğrafına baktıklarında, kendi yüz kaslarının da – çoğunlukla da belli bellirsiz biçimde – hareketlendiğine ait kısa süreli elektriksel etkinlikler ölçümleniyor. Bunun nedeni, aynalama (mirroring) adı verilen bir olgu. Katılımcılar, gördükleri yüz ifadelerini taklit etmek için, otomatik olarak kendi yüz kaslarından da yararlanıyorlar. Kas hareketleri doğrudan seçilmeyecek kadar küçük olsa da, fotoğraftaki gülümsemeyi katılımcı gülümsemesiyle yansıtıyor. Çünkü, insanlar farkında olmadan birbirini taklit ediyorlar.
Bu yansıtma eğiliminin nedeni nedir? Bir amaca hizmet eder mi? Bu soruların yanıtını bulmak için David Eagleman bir grup katılımcıyı daha laboratuvara davet ediyor. Bu grubun özellikleri de birinci gruptakilere benziyor; ama tek bir farkla: Yeni katılımcılar, gezegendeki en öldürücü toksine maruz bırakılmış. Clostridium botulinum adlı bakteriden elde edilen bu nörotoksinin çok az bir miktarı solunum kaslarını etkileyerek ölüme neden olabiliyor. Botoks aynı zamanda yüzde belirli bölgelerdeki kasların görevini geçici olarak azaltıyor veya durduruyor. Uygulanan bölgedeki kas kasılamayınca üzerindeki ciltte oluşan kırışıklıklar da azalıyor.
Botoks yaptırmış olan katılımcılara faklı yüz ifadelerinin hakim olduğu ve her birine dört sözcüğün eşlik ettiği otuz altı fotoğraf gösteriliyor. Kozmetik etkilerinin yanısıra botoksun daha az bilinen bir yan etkisi de var. Deneyde botoks kullanıcıları aynı fotoğraflara baktıklarında, yüz kasları EMG’de daha az taklit özelliği gösteriyor. Bu bir süpriz değildi elbette, çünkü kasları bilerek zayıflatılmıtı. Kırışıklıkları önlemek için! Asıl sürpriz, ilk olarak 2011’ de Davitd Neal ve Tanya Chartrand tarafından bildirilen başka bir şey. Onların da deneylerinde yapmış olduğu gibi, her iki gruba (botokslu ve botokssuz) da belirli yüz ifadelerini yansıtan fotoğraflar gösteriliyor ve dört sözcükten hangisinin yüzdeki duyguyu en iyi ifade ettiğini soruluyor.
Botokslu katılımcılar, fotoğraflardaki duyguları belirlemede diğerlerinden daha başarısız oluyor. Ama neden? Bir varsayıma göre, yüz kaslarından gelmesi gereken geribildirimin eksikliği, başka insanların duygu durumunu okuma becerilerini olumsuz yönde etkilemişti. Botoks kullanıcılarının duygularının anlaşılmasının zor olduğunu bilinen bir durum. Bu noktada asıl sürpriz, aynı donuk kasların, onların başkalarını da anlamasını zorlaştırması.
Eagleman bu sonucu şu şekilde yorumluyor: ‘’benim yüz kaslarım, ne hissettiğimi yansıtır; sizin nöral mekanizmalarınız ise bu durumdan yararlanır. Ne hissettiğimi anlamaya çalıştığınızda yaptığınız şey, benim yüz ifademi yansıtmaktır. Bunu bilerek yapmazsınız; her şey otomatik ve hızlı biçimde gelişir. Ama yüz ifademi otomatik olarak taklit etmeniz, hissetmekte olabileceğim şeyler hakkında hızlı bir tahminde bulunmanızı sağlar. Bu süreç beni daha iyi anlamanız ve ne yapabileceğim konusunda daha iyi bir öngörüde bulunabilmeniz için, beyninizin yararlandığı güçlü bir yardımcıdır.’’
İçinde bulunduğumuz dijial bağlantılar çağında, insanlar arasındaki bağlantıları anlamak da her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. İnsan beyni, temel olarak etkileşime ayarlıdır ve bizler de tür olarak olağanüstü bir toplumsallık sergilemekteyizdir. Toplumsal güdülerimiz kimi zaman dış etkilerle yönlendirilebilse de, bunların insan türünün başarı öyküsünde temel rol üstlendikleri unutulmamalıdır.
Nöronlarımız ve biz gezegendeki diğer tüm insanların nöronlarıyla karşılıklı etkileşim içindeyiz. Eagleman’a göre “Ben” olarak tanımlayıp diğerlerinden ayırdığımız şey, aslında büyük bir ağ içinde yer alan daha küçük bir ağdan başka bir şey değil. İnsanlık için parlak bir gelecek istiyorsak, insan beyinlerinin birbiriyle nasıl etkileşim kurduğunu araştırmamız, bu etkileşimden doğan fırsatlar kadar, tehlikeleri de anlamaya çalışmamız gerekiyor. Çünkü beyin devrelerimize kazınmış gerçekten kaçmamız mümkün değil ve birbirimize ihtiyacımız var.