Bugüne kadar kadın erkek ilişkileri üzerine öğrendiklerimiz ve gerçekleştirilen çok sayıda çalışma birbirine aşık olan iki insanın, üç yıla varan bir süre boyunca heyecan ve coşkunun zirvede olduğu bir dönem yaşadığını gösteriyor.  Bu dönem boyunca vücut  ve beyindeki değişikleri, sinyalleri yani  aşk iksirini ortaya çıkaran ise hormonlarımız. Bu duygu sonra inişe geçiyor.

couple-hugging-each-other-bench

Uzmanlar evrimsel  olarak bir çocuk  yetiştirmek için gereken süreyi aştıktan  sonra (ortalama üç, dört yıl), seçtiğimiz eşe duyduğumuz  ilginin azalmasına programlandığımızı söylüyor. Neredeyse altmış ülkede boşanma olgusunu araştıran Fisher, boşanma girişimlerinin evliliğin yaklaşık dördüncü yılında zirveye ulaştığını görüyor. Araştırmacıya göre vücutta üretilen  “aşk iksirleri “ erkek ile kadını yavruların sağkalım olasılığını yükseltmeye yetecek kadar bir arada tutmaya yarayan mekanizmanın bir parçası. İki ebeveyn, sağkalım açısından tek bir ebeveynden daha avantajlıdır ve bunu garantilemenin en kolay yolu ise, onların bir arada kalmalarını sağlayacak hormonlar.

Peki bu hormonlar ilk olarak erkeklerde mi azalmaya başlıyor? Ya da bazı erkekler doğuştan aldatmaya eğilimli mi? David Eagalmen Incognito kitabında birçok davranışımız gibi aldatmanın da kişinin özgür iradesinin dışında faktörlerle ortaya çıkabileceğini vurguluyor. Ve şunu sorguluyor ‘Sağduyumuz bize tekeşliliğin ahlaki bir karar olduğunu söyler. Ama gerçekte öyle mi?’

Öncelikle vücuttaki temel işlevi rolü su tutulumunu düzenlemek olan Vazopressin hormonunun etkilerine bakalım. Bu hormon memelilerin büyük çoğunluğunda bulunuyor. Kitapta bununla ilgili ilginç bir örnek var.

‘’Tarla fareleri yeraltı geçitleri kazarak bütün yıl boyunca hareketli kalırlar. Ama diğer birçok fare ve memeliden farklı olarak tek eşli yaşar, ömür boyu süren eş bağları sayesinde birlikte yuva kurar, birbirlerine sokulur, birbirlerini tımar eder ve bir ekip olarak yuvalara bakarlar. Yakın kuzenleri sefahat alemine dalmışken, bu hayvanlar neden böylesi bir adanmışlıkla bağlanır eşlerine? Yanıtı hormonlarda aramak gerek.’’

Erkek tarla faresi belirli bir dişiyle yinelemeli biçimde çiftleştiğinde, beyninde  “vazopresin“ adı verilen bir hormon salgılanır. Vazopresinin beynin  “accumbens çekirdeği“ olarak bilinen bölgesindeki reseptörlere bağlanması ise  “o“ dişiyle ilişkili olan bir haz duygusunun ortaya çıkmasını sağlar. Tek eşliliği kilit altına alan bu süreç, çift bağlanması (pair-bonding) olarak bilinir. İlginçtir ki araştırmacılar genetik tekniklerle vazopresin düzeylerini yükselterek, çok eşli türleri tek eşli davranışlarına yönlendirebilmektedirler.

Bu konuda yapılmış bazı araştırmalara bakacak olursak;

‘’2008’de İsveç’teki Karolinska Enstitüsü’nden bir araştırma ekibi, uzun süreli heteroseksüel ilişkiler kurmuş 552 erkekte vazopresin reseptörünü kodlayan geni inceledi. Bulgular, RS 334 adı verilen genin bir  bölgesinin değişken sayılarla ortaya çıkabildiğini gösteriyordu: Bir erkekte genin bu bölgesi hiç bulunmayabilir veya tek ya da çift kopya halinde görülebilirdi. Kopya sayısı arttıkça, dolaşımdaki vazopresinin beyin üzerindeki etkileri de o ölçüde azalıyordu. Sonuçların böylesine basit oluşu şaşırtıcıydı: Kopya sayısı, erkeklerin eşine bağlı olması ile ilişkilendirilebilmekteydi. Daha fazla sayıda RS 334 kopyası taşıyan erkekler çeşitli bağlanma ölçeklerine (ilişkinin güçlülük derecesi, evlilikle ilgili olarak algılanan sorunlar, eşlerin  evliliğin niteliğine ilişkin değerlendirmeleri) göre yapılan ölçümlerde daha düşük puanlar almışlardı. Çift kopya taşıyanların bekar olma eğilimi daha fazlaydı; bunlar arasında evli olanların ise evlilikle ilgili sorun yaşama olasılığı diğerlerine göre daha yüksekti.

Ayrıca bir hormonun daha kadın erkek ilişkilerinde ve bağlılıkta önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Dr. Zak’ında uzun süre üzerine çalıştığı bu hormonun adı ‘oksitosin‘.

candy-hearts-600x450

Oksitosin düzeyi yüksek erkekler daha uzun süre bir ilişkiyi yürütebiliyor ve eşlerini çekici buluyorlar. Oksitosin kadınlarda doğumdan hemen sonra salgılanan bir hormon ve yakın zaman kadar erkeklerdeki işlevi bilinmiyordu. Oksitosin doğum ve süt verme işlevi sırasındaki rolü dışında sosyal ilişkilerimizde de önemli bir yer tutuyor, sevdiğimiz insanlarla beraberken ve yakın ilişki içerisindeyken düzeyleri artıyor. Arka hipofiz bezi tarafından salgılanan bu hormon beyinde bir nörotransmitter olarak görev yapıyor ve amigdala üzerinde etki gösteriyor. Romantik yakınlaşmalar, sarılma, öpüşme oksitosin düzeylerini artıran durumlar. Oksitosin etkisiyle hem kadın, hem de erkeklerde yakınlaşma ortaya çıktığında karşı tarafın yüzü çok daha fazla şey ifade etmeye başlıyor. Kişinin sevdiği insanın resmini görmesi bile oksitosin düzeylerinde artışa neden oluyor. Bu duygusal cevapalar ise ilişkide etkileşimi, çekiciliği ve monogamiyi artırıyor.

https://www.ted.com/talks/paul_zak_trust_morality_and_oxytocin

Bütün bu çalışmalar rasyonel seçimlerimizin ve çevrenin önemli olmadığı anlamına gelmemeli; çünkü önemli olduğunu biliyoruz.

Ayrıca bazı ilişkilerde oksitosin ve ikili ilişkilerde bizi iyi hissettiren diğer hormonların düzeyi daha uzun süre yüksek kalmaya devam edebilir hiç kuşkusuz. Sonuçların bize gösterdiği dünyaya farklı yatkınlıklarla geldiğimiz gerçeğidir.

Bazı erkekler tek bir eşle yaşayıp ona bağlı kalmaya genetik bakımdan yatkınken diğerleri böyle olmayabilir. Yakın gelecekte, bilimsel literatürü takip eden genç kızlar, erkek arkadaşlarının sadık birer  koca olma olasılığını anlamak için onlardan genetik test yaptırmalarını isterlerse şaşmamak lazım.

Bu arada neden kadınların bağlılık düzeyini ölçmek için bu tür çalışmaların yapılmadığını da sorgulamak gerekir.

 

Önceki İçerikNörobilim, Hasta Uyumu
Sonraki İçerikAmigdala, Duygusal Hafıza, Kararlarımız
Kıvılcım Kayabalı
PTMS Kurucu Ortak Bilgi YGM Eğitmen