‘Hepimizin içinde tanımadığımız bir ben daha var.’ Carl Jung

untitled

Charles Whitman, 1966 yılında mühendislik öğrenimi gördüğü üniversite olan University of Texas’ın kulesine çıkar, on dört kişiyi öldürür, çok sayıda kişiyi yaralar. Daha sonra olay yerine gelen polisler tarafından öldürülür. Whitman, geri dönmeyeceğini düşünerek bıraktığı intihar notunda beyninde bir değişiklikten şüphelendiği için otopsi yapılmasını vasiyet eder. Peki ama Stanford Zeka testinden çocukluğunda 138 puan almış bu mühendis adayındaki sorun nedir?

Otopsi sonucunda beyinde Glioblastoma adı verilen bir tümör bulunur. Tümör talamusun altından çıkıp hipotalamusa uzanmakta ve özellikle korku ve saldırganlıktan sorumlu amigdalayı sıkıştırmaktadır. Saldırıdan çok önce Whitman ve çevresindekiler giderek artan şiddete eğilim durumunu fark etmiştir. Yakın bir arkadaşı ‘Tümüyle normal göründüğünde bile içindeki bir şeyleri kontrol etmeye çalışıyordu’ şeklinde onunla ilgili düşüncelerini özetler. Peki bütün bunlara neden olan nedir?

whitman - life

Seçimlerimizde ne kadar özgürüz?

Biz aslında seçimlerimizi yaparken tahmin ettiğimiz kadar özgür müyüz? Veya seçim yapma sürecimiz çevremizdeki insanlara benziyor mu? Aslında biliyoruz ki hepimizin başlangıç noktası, genetik yapısı, beyinleri, dünyaya geliş koşulları ve karşılaştığı olaylar çok farklı. Bu da benzer olaylar karşısında çok farklı tepkiler vermemize neden olabiliyor.

Bir kişinin çocukluk, ergenlik, olgunluk, yaşlılık gibi yaşamının farklı dönemlerinde bile beyin farklı şekilde çalışıyor. Örneğin prefrontal korteksin henüz gelişmediği ergenlerde karar verme ve dürtü denetiminde yetişkinlere göre belirgin farklılıklar var.

Nörobilim, insanların kararlarını nasıl verdiklerini ve bu sırada gerçek anlamda ‘özgür’ olup olmadıklarını araştırıyor. Nörobilim ile ilgili çalışmalar bize beyin kimyasında ortaya çıkan çok küçük değişikliklerin davranışta çok büyük değişimlere neden olabileceğini gösteriyor. İncelenen sayısız örnek, toplumsal olarak kabul edilebilir seçimler yapmakta belki de herkesin aynı ölçüde ‘özgür’ olmadığını gösteriyor. Kim olduğumuz geniş ve oldukça karmaşık biyolojik ağlarla belirlenmiş olabilir ve karar anında bilinçli ‘biz’in ne kadar etkili olduğunu kestirmek zordur. Filozoflar ve bilim insanları yüzyıllardır ‘biz kimiz’ sorusunun cevabını arıyorlar.

Incognito kitabının yazarı David Eagleman’a göre ‘davranışlarımızı yöneten biz değiliz, en azından tahmin ettiğimiz ölçüde…‘ Nasıl bir kişi olacağımız ile ilgili olasılıklar çocukluğumuzdan çok öncesine, varoluş anımıza kadar uzanır. bizler aslında erişilmez mikroskobik tarihimizin birer ürünüyüz’

Uzun yıllar suçluların beyin ve genetik yapısını inceleyen nörobilim uzmanları suç işleme eğilimini etkileyen üç faktör üzerinde duruyor; genler, beyin hasarı ve çevre koşulları.  Düşünecek olursak bu üç faktörün hiçbiri aslında bizim seçimimiz değil.

Yapılan araştırmalar belirli bir gen grubuna sahip bireylerin suç işleme olasılığının %82 daha fazla olduğunu gösteriyor. Ağır ceza alan mahkumlarda bu genler  %94 oranında görülüyor.

Beyinde meydana gelen biyolojik bozukluklar ve fiziksel hasarlar, örneğin tümörler, kişinin davranışlarında dramatik değişiklere neden olabiliyor. Frontal kortekste uzun dönemde yavaş ilerleyen bazı hasarların kişilik değişimlerine yol açtığı, saldırganlık, sekse aşırı düşkünlük, toplumsal ve ahlaki değerleri hiçe sayma gibi davranışlara neden olduğunu biliyoruz.

Pedofili ve beyin

Pedofili gibi bazı gizli güdü ve arzuların frontal lob sağlam olduğu sürece kişinin topluma uyum sağlamasını ve normal bir hayat sürdürmesini sağladığını, ancak bu tip bozukluklarda çevresel koşullar ve beyin biyokimyası arasında çok hassas bir denge olduğu kabul ediliyor. Biyoloji değiştikçe kararlar, istekler ve tutkularda değişir. Beyinde tümöre bağlı olarak ortaya çıkan pedofili vakalarından biri Amerika’da kırklı yaşlarından sonra çocuk pornosu ile ilgilenmeye başlayan bir öğretmendir. Eşinin ısrarı üzerine yapılan tetkikler sonucunda 2002 yılında orbitofrontal korteks bölgesindeki bir tümör saptanır. Tümör tamamıyla alındıktan sonra normale döner.

İtalya’da uzun yıllar saygın bir pediyatrist (çocuk hastalıkları doktoru) olarak çalıştıktan sonra mesleğinin 30.yılında muayenehanesinde küçük kızları taciz etmesi üzerine tutuklanan diğer bir pedofili vakası, doktor Domenico Mattiello’da yapılan detaylı incelemeler sonucunda beyninde 4 cm boyutunda bir tümör saptanır. Pisa Üniversitesi’ndeki psikiyatristler Mattiello’daki davranış değişikliklerinin tümörün beyin sapına yaptığı bası nedeniyle ortaya çıktığı konusunda mahkemeye sunulmak üzere bir rapor hazırlarlar.

Falcon: Kendi psikopatlığını keşfeden bilimci

Kuşkusuz en ilginç örneklerden biri kariyerinin önemli bir bölümünü suça eğilimli kişilerin ve seri katillerin beyin yapılarını incelemeye adamış olan nörobilimci James Fallon’a ait.

Fallon  2005 yılında bir araştırma projesi için UC Irvine’deki ofisinde psikopatik eğilimlere neden olan beyin patolojilerini saptamak üzere masasındaki yüzlerce beyin tomografisini incelemektedir. Beyin görüntülerinin bir kısmı şizofrenik, bir kısmı depresif veya başka bozuklukları olan hastalara aittir. Fallon aynı zamanda Alzheimer ile ilgili farklı bir araştırma da yürütmektedir ve bu nedenle kendisininki de dahil olmak üzere tüm ailenin beyin görüntüleri masanın diğer tarafında durmaktadır. Önündeki bir beyin taramasına baktığında, bunun tamamen patolojik (anormal) olduğunu görür. Frontal ve temporal lobun empati, ahlak ve dürtüleri kontrol ile ilgili bölümlerinde belirgin olarak düşük aktivite vardır. Görüntünün aile bireylerinden birine ait olduğunu bildiği için teknisyeni ile birlikte laboratuvardaki görüntüleme cihazınında bir sorun olup olmadığını kontrol eder. Herhangi bir sorun bulamaz. Daha sonra kuralları çiğneyerek filmin kime ait olduğunu görmek üzere gizli kalması gereken isim kodunu açar; psikopatik beyin görüntüsü kendine aittir. Normal şartlarda böyle bir gerçekle karşılaşan kişinin toplum içerisinde düşeceği durumu düşünerek bunu kimseyle paylaşmaması beklenir. Ancak Fallon bu durumu tüm meslektaşlarına anlattığı gibi, dergilere röportajlar verir ve hatta TED Talk’ta (https://www.ted.com/talks/jim_fallon_exploring_the_mind_of_a_killer) konuşur. Daha sonra ise konuyla ilgili kısa bir süre önce yayınlanan bir kitap yazar: İçimdeki Psikopat (The Psychopath Inside).

Riskli gen grupları

The Psychopath Inside

Bu kitapta Fallon kendisi gibi iyi giden bir evliliği ve mutlu bir hayatı olan bir nörobilimcinin nasıl patolojik bir beyin yapısına sahip olabileceğini anlatır. Hayatında hiç suç işlememiş, toplumu rahatsız edici bir davranışta bulunmamıştır. Nasıl olur da bir seri katilin beyin yapısıyla aynı özellikleri göstermektedir? Belki de beyin patolojileri ve suç eğilimi arasındaki ilişki hipotezi yanlıştır.

Normal beyin ve James Fallon'un beyninin karşılaştırılması
Normal beyin ve James Fallon’un beyninin karşılaştırılması

Fakat daha detaylı incelemeler yapıldığında alınan sonuçlar hiç de iç açıcı değildir. Genetik analizde agresivite, şiddet ve düşük empati ile ilgili yüksek risk taşıyan tüm gen gruplarına sahip olduğu saptanır. Kendisinde psikopati ile ilgili daha ileri nörolojik ve davranışsal araştırmalar yapıldıktan sonra Fallon aslında bir çeşit  psikopat olabileceğine karar verir (pro-social-psyhcopath olarak adlandırılabilecek türden).

Bu sınıflandırmaya giren kişilerin diğerlerine karşı gerçekten empati hissetmesi zordur, ancak sosyal olarak kabul edilebilir düzeyde ilişkilerini yürütürler.

Soyağacındaki katiller

Fallon kendisiyle ilgili derinlemesine düşündüğünde tüm bu bulgular onu çok şaşırtmaz. Hayatı boyunca iktidar ve güçle motive olan ve başkalarını manipüle etmekten hoşlanan biri olmuştur; torunlarıyla oynarken kaybetmeye tahammül edemez; çevresindekiler için zor bir insan olduğunun farkındadır.

Bunlardan çok daha çarpıcı olan nokta ise annesinden ataları ile ilgili öğrendikleri olur. Soyağacı New York’a ilk yerleşenlerden ünlü Cornell ailesine kadar uzanan Dr. Fallon’un ailesinde 1892 yılında anne ve babasını balta ile öldüren Lizzie Borden’da dahil olmak üzere toplam yedi katil bulunmaktadır.

lizzie-borden

Psikopati, tabii ki bir çok semptomu içeren çok genel bir kavramdır ve tüm psikopatlar katil değildir. Peki o zaman Fallon’ın davranışlarını kontrol edebilmesini kolaylaştıran, ancak benzer genetik ve beyin yapısına sahip kişilerin vahşi bir katil olarak hayatlarının hapishanede sonlanmasına neden olan nedir?  Fallon’daki serotonin transporter alleli çok karmaşık mekanizmalar sonucunda ventromedial prefrontal korteks’i (psikopatlarda beyinde özellikle düşük aktivite gösteren bölüm) dış olaylara daha duyarlı hale getiriyor. Bu noktada ise çocukluk çağında karşılaşılan olumlu veya olumsuz koşulların çok büyük önemi var. Sevgisiz ve şiddet dolu bir ortamda büyüyen çocukların ileride şiddete eğilimi artıyor. Fallon bu açıdan şanslı, çünkü çocukluğu oldukça sevgi dolu bir ortamda geçmiş. Kendisi ile ilgili gerçekleri öğrendikten ve tüm bu yaşadıklarından sonra Fallon daha iyi bir insan olmaya özen gösterir ve bazı olumsuz hareketlerini engellemeye çalışır.

 

James Fallon ve annesi
James Fallon ve annesi

Birçok farklı hastalığın da davranışlar üzerinde doğrudan etkisi olduğunu biliyoruz. Beyin hasarları, sinir sistemini etkileyen birçok hastalık, kullanılan ilaçlar, çevresel faktörlerin de uygun olduğu durumlarda beyin biyokimyasını değiştirerek bizleri toplum kurallarına uymayan, empati yoksunu, suça eğilimli bireyler yapabilir.

Örneğin epilepsi (sara) nöbeti temporal lobun belirli bir bölgesinden kaynaklanıyorsa hastalar motor nöbet geçirmiyor ve daha farklı bir klinik tablo görülüyor. Kognitif (bilişsel) nöbet dediğimiz bu durum kişilik değişimleri ile kendini gösteriyor. Hastaların kendine güveni çok yüksek düzeyde oluyor ve özel bir varlık oldukları yanılgısına kapılıyorlar. Tarihte ortaya çıkmış bazı liderlerin, kahramanların epilepsi hastası olduğu düşünülüyor. Örneğin kutsal varlıklar tarafından görevlendirilmiş olduğu konusunda hem kendini hem de Fransız askerlerini ikna ederek Yüzyıl Savaşları’nın gidişatını değiştiren Jeanne D’Arc. İnsanları etkileme ve ikna özellikleri yüksek, aynı zamanda hasta olan benzer vakalara çevremizde de rastlamamız mümkün. Üstelik bu insanlar üst düzey kademelerde yer alabiliyorlar.

Yüzyıllardır tartışılan temel bir soru var: biyolojimizden ayrı olarak bir ruh taşıyor muyuz, yoksa hayallerimizi arzularımızı, tutkularımızı mekanik bir şekilde üreten karmaşık bir biyolojik ağdan mı oluşuyoruz? Bunun cevabını henüz bilmiyoruz. Özgür iradenin rolü tartışılamaz, ancak son yıllarda nörobilim alanında yapılan çok sayıda araştırma ve yeni teknolojilerin sunduğu görüntüleme yöntemleri ile elde edilen veriler, davranışlarımızı yönetme konusunda bilinçli ‘biz’in tahmin ettiğimiz ölçüde etkili olmadığını gösteriyor.

 

Basında

Bu yazı HBT Dergisi – 8 Temmuz 2016 sayısı ve Radikal Blog’da da yayınlanmıştır.

Önceki İçerikEczanede Nöromarketing
Sonraki İçerikYeni İkna Bilimi Nöromarketing
Kıvılcım Kayabalı
PTMS Kurucu Ortak Bilgi YGM Eğitmen